Click here for English.
İddia ediyorum; Türkiye’de ve dunyanin bir cok ulkesinde çoğumuz, hayatımız boyunca en az bir defa cinsel tacize uğradık. Ve korkarım ki uğramaya devam ediyoruz.
Araştırmalardan biliyoruz ki, böyle bir şiddete uğrayanların çoğu, yaşadıkları travmadan sonra, suçluluk duygusuyla sessiz kalıyor. Sustuğumuz bu konuyla ilgili yazdığım ‘çoğunluk’ iddiasını, kendi deneyimlerime, daha önce çalıştığım ilaç firmasında yaptığım ‘Kürtaj oranları ve sebepleri’ araştırmalarına ve bu konuda bana açılma yürekliliğini gösteren insanların paylaşımlarına dayandırıyorum.
Türk Ceza Kanunu’nda, Cinsel istismar suçunda mağdur ile failin evlenmesi halinde fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya cezanın ertelenmesine imkan veren yasal düzenleme konusunda umut verici bir kararlıklılıkla ve yüksek sesle toplumsal tepkimizi gösteriyoruz. Şimdi sosyal ve geleneksel medyaya yansıyan -tepkimizi gösterirken odaklandığımız- ana konuların ve duygusal paylaşımların dışında kalan, ve kendimize birey olarak da ayna tutabileceğimiz 3 konudan bahsedeceğim;
1-KURTULANLAR:
Bugün Spotlight adında bir film izledim. En iyi film ve en iyi özgün senaryo ödülü alan film, Amerika’da Boston Globe adlı bir gazetenin araştırmacı gazetecilerinin Katolik Kilisesi’nin yüzlerce rahibinin sistematik ve kurumsallaşmış bir şekilde 1000’i aşkın çocuğu taciz edişinin aydınlatıldığı gerçek bir olayı konu alıyor. Henüz izlemediyseniz, tavsiye ederim. Filmde bir konu dikkat çekici; tacize uğrayan çocukları ‘cinsel taciz mağduru’ (sexual abuse victim) olarak değil, ‘kurtulanlar’ (survivors) olarak adlandırılıyor. Bu önemli bir farktır Yazdığımız post’larda, okuduğumuz gazetelerde, birbirimizle konuşurken kullandığımız kelimelere dikkat edin; tacize uğrayan çocuklara ‘kurban’ veya ‘mağdur’ diyoruz. Yani onları mazlum (boynu bükük) ve kurban kılmaya devam ediyoruz. Kurban veya mağdur olmak çoğunlukta acıma duygusu yaratır. ‘Kurtulan’ olmaksa, bir şeyi geride bırakıp devam edebilendir, güç ve cesaret verir, umutludur. Karanlık geride kalmıştır. Bu basit detay algımızı değiştirebilir ve kurtulanların normal hayatlarına devam etmeleri ve iyileşmeleri için cesaret verebilir.
Bir toplumun gerçekliği kültürel ve duygusal öğelerden etkilenir. Ve kullandığımız dilin rolü çok önemlidir, kültürümüzün kodları dilde örülüdür. Toplum olarak ‘gerçeklik’ algımızda uyanmaya ve ilerlemeye ihtiyacımız var. Bu senden, benden ve kullandığımız kelimelerden başlıyor çünkü sen ve ben’ler ‘biz’ ediyoruz ve biz kelimelerle iletişim kuruyor ve gerçekliğimizi paylaşıyoruz.
2-KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR:
Cinsel taciz suçlularının, hangi vakıf, hangi ünvan, hangi güç kaynağından beslendiğinden bağımsız olarak, şeffafça afişe edilmesi gereklidir. Güç gruplarının saygınlığını korumak pahasına halının altına süpürülen her suç, o kurumun içindeki hastalıktan kaynaklanan ilthaplı yaranın üzerine yara bandı yapıştırıp, havasız ortamda iltihabı artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Amerika bunu, bir avuç cesur gazetecinin azmiyle, Ortodoks Kilisesi’nin 249 rahibini dava ederek, kardinalini istifa ettirerek yaptıysa, biz iltihabımızı akıtmayı ve iyileşme sürecimizi başlatmayı, ahlaklı ve hassas Türk toplumu olarak daha büyük bir kararlılıkla yapabiliriz. Önce kendinize şunu sorun; taciz utanç verici midir? Ve kim için utanç vericidir?; tacizi uygulayan için mi, tacize uğrayan için mi, tacizden o veya bu şekilde haberi olan için mi? Türkiye’de daha önceki taciz olaylarında Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın ağzından duyduğumuz ‘Buna (çocuk tecavüzüne) bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz.’ açıklaması ve son günlerde tartıştığımız yasa gösteriyor ki, biz toplumsal olarak her 3’ünü de utanç olarak görüyor ve kıvranıyoruz. Ve bu yanlış paradigmaya odaklanmak ve iltihabı iyileştirmek yerine, utanç duyduğumuz olmuş ve olmaya devam eden tacizler olmamışçasına yasal olarak halının altına süpürmeye çalışıyoruz. Ve buna -insan aşkının, Türkiye’deki toplumsal ve kültürel genel kabülü olan- evliliği alet ediyoruz. Yanlış paradigmalar üzerine kurulu böyle bir sistem çökmeye, ve çökerken diğer saygı duyduğumuz değerleri ve inançları da yanında batırmaya mahkumdur. Kol kırılıp yenin (giysi kolunun) içinde kaldıkça, kolumuzu kullanılmaz şekilde tutacağız.
İltihabın kaynağına inmenin başka bir yolu da, tacizcilerin üzerinde araştırma yapmaktır. Ortak kalıpları bulup o konularda iyileştirme programları tasarlamaktır. Biz cezalandırmaya odaklanıp iyileştirmeyi unuttukça, insanlık olarak da potansiyelimizin altında yaşamaya devam ediyor, zehrimizi gelecek nesillere aktarıyoruz. Bu konuyu burada kesiyorum çünkü bunun tek başına ve daha geniş olarak ele alınması gereken değerli ve zengin bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
3-SADECE İŞİMİ YAPIYORUM:
Spotlight filminde tüm yozlaşmanın temellerini oluşturan çok tehlikeli bir cümle kendini tekrar ediyor: ‘Sadece işimi yapıyordum.’ Sistematik tacizi bilip susan herkesin savunması buydu. Bunun yanlışlığı konusunda hemen hepimiz hemfikir olabiliriz.
Şimdi tacizi bir kenara koyalım ve hayatımızın geneline bakalım;
-Bugün yaptığınız işte, verdiğiniz günlük kararlarda temel ahlaki değerleriniz nelerdir?
-Kaçını otomatik olarak ‘Sadece işimi yapıyorum’ ya da ‘Bizim orada bu hep böyle yapılır.’ yaklaşımıyla yapıyorsunuz?
-Hareket ve kararlarınız kimleri, nasıl etkiliyor? Çalıştığınız firma, insanın iyiliği için (örneğin öğrenime katkı, doğayı koruma, çocukların sağlıkla yetişmesi gibi konularda) sorumluluk alıyor ve pozitif etki yaratıyor mu, yoksa çevreye ve insana zarar mı veriyor?
Bu sorulara vereceğiniz cevapların değerlendirmeleri size bırakıyorum. Sadece ‘işinizi yapıyor’ ve ‘köyünüzün adetlerini yerine getiriyor’ olduğunuzu düşünebilirsiniz, biricik hayatınızın ve tüm bu döngünün içindeki yerinizin manifestosunun bunlar olduğunu hatırlayın.
BÜTÜNSEL İNSAN MODELİ:
Çocuklarımıza bırakacağımız hayat tasarımı bugünkü haliyle işlemiyor, hızla değişen ve teknolojiyle karmaşık hale gelen yarının ihtiyaçlarına nasıl hizmet etsin?
Aydınlanmamızı sadece kendimizi geliştirerek etkili ve sürdürülebilir kılabiliriz. Öğrenimimizi ahlak, etik değerlerle örülü ‘bütün insan’ olma yolunda, felsefe ve sanat gibi metodlarla zenginleştirmeliyiz. ‘Id’ ve ‘Super Ego’’nun etkilerinden sıyrılıp, Plato’nun modellediği gibi ‘Bütünsel Ben’ (akıl-kalp ve karın) olmaya ilerledikçe, cinselliğimizi de, toplumsal korumacılığımızı da üstün insan’lar olarak yaşayabiliriz.
Hayal ettiğimiz anlamlı hayat tasarımı için hayallerimizi ve deneyimlerimizi genişletmeliyiz. Bugün aynaya bakarak kendimizle yüzleşme, öğrenme, diyalog kurma ve aydınlanma vaktidir. Aşkla, umutla, akılla ve inançla hakettiğimiz yarınlara…
Bu yazıyla ilgili, görüş ve sorularınız varsa lütfen paylaşın.